“Isik göklerin sözüdür. Söz gönüllerin isigidir.” cümlesine merhum Cemil Meriç’in bir kitabinda rastlamistim. Hint Edebiyati’ndan alinma bu söz beni hayli etkilemis ve kuvvetli bir ‘metafizik gön-derme’ buldugumdan midir, nedendir, bu ifade beni uzun süre mesgul etmisti. Hasretini çektigimiz ‘öz-ben’e dair rumuzlar, biz düz yasayan insanlar için ilginç gelse de; beynimizin kivrimlarindan hücrelerimizin çekirdegine kadar sathi bir yasantinin cenderesinde ve teknolojik medeniyetin pençesine yasiyor olmak, artik esamesi bile okunmayan ‘gök sesleri’ gibi ulvi titresimlere, maalesef yabanci kiliyor bizi. Ve bu yabanciliktir ki bizi bu hale düsürdü.
Zaten gönle ve ruha ait kavramlari sözlügünden sildi sileli insanlik rahat yüzü görmedi ki.
Bazi sözler vardir, gizli dünyalarin kapilarini aralayan özel sifre gibidir. Onlari duymakla kendi özel dünyaniza yelken açmis olursunuz farkina varmadan. Bu söz de onlardan biri olmali k, her hatirlayisimda, kendi özel dünyamin unuttugu bir kavrami hatirlarim akabinde: O kavram gözyasidir.
Isik göklerin sözü ve söz gönüllerin isigidir da, ya gözyasi? Iste ‘Gözyasi gönüllerin yagmurudur ve yagmur göklerin bereketidir.’ diyor bu söz bana. Her ne kadar gözyasi damarlarimiz atil durmaktan paslanmis, çürümüsse de. Her ne kadar göz pinarlarimiz islevsizlikten tikanmissa da. Kaskati gönüllerimizden esen kuru ve merhametsiz rüzgarlar bir tayfun, bir kasirga gibi öz benligimizi silip süpürmüsse de her ne kadar... Ne olursa olsun ve her seye ragmen gözyasi... Beklettigimiz ve unuttugumuz gözyasi... (Bazen düsünürüm: Nice olurdu halimiz, gözyasi tuzlan¬mis olmasaydi. Belki de kokusurduk.) Evet, Cemil Meriç’in basta ifade ettigim bu sözü bana gözyasini hatirlatiyor.
Gözyasi, acziyet degil merhamettir
Gözyasi ki duygusalligin degil, duygulu olmanin fitri neticesidir. Ki duygulu olmak insan olmanin ayirici ve üstün vasfidir.
Gözyasi ki mücerret sikintilarin musahhaslasarak sivi bir hale bürünüp bünyeyi terk etmesidir. Gözyasi ki kendimize sirdas ediniriz, bizi yalnizliktan kurtarir, bizimle sevinç ve kederlerimizi paylasir.
Hem zaten sevincin doruk noktasi gözyasi, hüznün sahikasi soguk bir tebessüm degil mi? Öyleyse gözyasi dökmek, yani aglamak gülmenin diger yüzü belki de ikizidir. Yoksa ikisinin birbirine bu kadar yakin ve birbiriyle bu kadar içli disli olmasini nasil izah edebilirdik.
Gözyasi dökmek gerilim hali degil gerilis halidir. Yani ruhun soluklanisi, duygularin yenilenisi ve yeni bir çehreye bürünüsüdür.
Gözyasi, ruhun ifrazatlardan, kirlerden arinisidir. Her aglama adeta bir yeniden dogustur.
Gözyasi, sabrin en mütevekkil, duygunun en müteyakkiz halde olma durumudur.
Kim ne derse desin; gözyasi, bir sanattir, hem de üstün bir sanat. Bir sanat ki farkinda degil icra edicisi. Bir sanat ki bilgi, birikim, deneyim gerektirmez, insan olmak yetersarttir icrasi için. Zaten insan olabilmek ve insan kalabilmek en zor sanat degil mi?
Gözyasi, bir özülke sizintisi, bir göksesi’dir.
Gözyasi kul olma idrakine varmak ve acziyeti itiraf etmektir.
Gözyasi ruhumuzun lisan-i hal ile tevbesidir.
Günahlarin affi için fiili bir dua ve bir ruh abdestidir gözyasi.
Gözyasini hatirlamaliyiz. Bir damla su ile söndürülebilen sahte yanginciklari söndürebilmek için, aglamayan bulutlari utandirmak için aglamaliyiz.
Çocuklar aglamasin diye, susuzluktan çoraklasmis topraklar, katmerlesmis kalpler bayram etsin diye aglamaliyiz.
Gökyüzüne roket firlatanlara inat, boynunu bükmüs çiçekleri, mahzun menekseleri, laleleri, papatyalari, mazlum karanfilleri diriltmek için gözyasi akitmaliyiz.
Gözyasina siginmaliyiz. Çünkü Allah öyle buyurdu. Aglayalim, zira Peygamber de agladi.
Göge kulak verelim. Çünkü ‘gök sesleri’ hiçbir zaman yanilmadi. Ve her zaman onu dinleyen hakli çikti.
(Yaklasik 20 yil önce yazdigim bir yazi. Hala taze oldugu için yeniden paylastim.)