Islam’i sadece akil dini olarak tanimlamak eksik olur. Evet akla dayanir ama ona mahkum olmaz. Akil kadar hatta ondan daha fazla kalbin ve gönlün meselesidir din. O, önceligi daima kalbin fethine vermistir. Bundan dolayi Islam’in yayilmasinin, akli ve ilmi çalismalardan çok sufilerin kullandigi gönül dilinin gücüyle gerçeklestigini rahatlikla tespit edebiliriz. Tarihte bu böyleydi ve günümüzde de tasavvuf Bati toplumlarinda insanlari Islam ile tanistiran en önemli kurum olma özelligini korumaktadir. Ki tasavvuf en yalin haliyle Islam’in özü ve ruhudur. Kur’an ve Sünnet isiginda sekillenen pratik bir hayat tecrübesidir.
Evet, Islam’in yayilmasi ve genis halk topluluklarina ulastirilmasi, tarihten günümüze hep gönül ve kalp dilinin rehberliginde olmustur. Siddet neredeyse hiç kullanilmamis, savas sadece müdafaa amaciyla yapilmistir. Islam daima insanlarin gönlünü hedef almis ve orayi fethetmeyi öncelikli mesele olarak görmüstür. Islam’in yayilis tarihi bu anlamda tasavvufun yayilis tarihi olarak okunabilir.
Tabii sadece yayilmasi degil Islam’in bir cografyada kök salmasi da nerdeyse tamamen tasavvuf ve tarikatlarin eliyle olmustur.
Tasavvufun gücü
Afrika’da Ticaniyye, Kadiriyye, Sazeliyye tarikatlarin üstlendikleri misyon çok önemlidir. Senusiler, bir tarikatin mensubu olarak büyük mücadeleler vermisleridir. Ebu Medyen el-Magribi ve Seyh Ebu Hasan es-Sazeli’nin genis halk kitleleri üzerindeki tesirlerinin devami bu gün bile net olarak görülebilir.Libya’da Seyh Ömer Muhtar ve Cezayir’de Emir Abdulkadir, bagimsizlik hareketlerine öncülük ederken ayni zamanda bir tarikat seyhi olarak da mürsitlik yapiyorlardi.
Kafkaslarda imamlar hareketi ve Seyh Samil liderliginde topluluk ayni zamanda bir sufi harekettir.
Koca Hind kitasinda Islam’in yayilmasi da yine tasavvufun eliyle olmustur. Ilk dönemlerde Hallac-i Mansur’un yaptigi uzun seyahatler büyük meyveler vermis ve Mansuriler olarak bilinen topluluklar olusmustur. Tabii bu kitada Imam-i Rabbani hazretlerinin büyük gayretini özellikle anmak gerekir. Büyük imam, bir taraftan bid’at ve hurafelerle savasir, yöneticileri bu konularda sürekli uyarirken, bir mürsid-i kamil olarak da insanlarin gönüllerini kazanmistir. Bir müceddid olarak tüm kitada ve hatta tüm dünyada Islam’in anlasilmasinda bugün bile meyvelerini gördügümüz olaganüstü bir hizmet yapmistir. Benzer örnekler Endonezya için de verilebilir.
Orta Asya’da tasavvufun gücünü dile getirmek bile zait. Orasi adeta bir tasavvuf besigi olmus, hem bölgenin Müslüman kalmasinda hayati bir rol oynamis, hem sufi büyüklerin seyahatleri bereketiyle Islam’in güleryüzü ve güzelligi oradan yeryüzüne yayilmistir. Sadece Sah-i Naksibend ve Naksibendiyye örnegi bile meselenin çapini anlamimiza yeter. Horasan erleri olarak tabir edilen sufiler, Anadolu’nun da Islamlasmasinda ve dinin hayatin merkezinde yerlesmesinde büyük roller üstlenmislerdir. Özellikle burada Seyh Harakani, Seyh Ahmed Yesevi, Hazret-i Mevlana Celaleddin, Yunus Emre ve Haci Bektas-i Veli’nin Anadolu cografyasinda Islam’in yayilmasinda ne denli hayati roller üstlendiklerini bilmek konuyu özetler niteliktedir.
Mevlana Halid Bagdadi, Ortadogu, Ceziretü’l-arab ve Anadolu basta olmak üzere tüm dünyayi ilim ve irfan nurunun isigiyla aydinlatmistir. Halidilik ekolü son iki asirdir tasavvufun en önemli temsilcisi olarak Islam bayragini dalgalandirmistir. Yine bu bölgelerde Sah-i Hazne namiyla maruf Seyh Ahmed Haznevi, Halidiligi adeta tecdit etmis, bölgeyi Kur’an ve sünnet yolunda tutmaya büyük bir gayret sarf etmistir. Sah-i Hazne’nin açtigi çigir, bugün halifesi Seyh Muhammed Muta’ Haznevi’nin mürsidliginde tasavvufun yasayan bir kurumu olarak hizmetlerini artirarak sürdürmektedir.
Yine Balkanlarda Islam’in yayilmasi kiliç ve silah zoruyla olmamis, tasavvufun gönül alan dilinin etkisiyle büyük kitleler Islam’la müserref olmuslardir. Sari Saltuk namiyla bilinen bir zatin o topraklardaki etkisini bugün bile net olarak görmek mümkün. Yine Ayvaz Dede olarak bilinen zatin hizmetleri adeta destanlasmistir.
Tasavvufun Bati dünyasinda da hala çok etkili oldugunu, bugün bile insanlari Islam’la tanistirmada mühim bir görev icra ettigini belirtmek gerek.
Tabi bir bölgeye Islam girdikten sonra orada hayatiyetini sürdürmesi de çogunlukla yine tasavvufun bir kurumu olan tarikatlarin eliyle olmustur. Fethedilen topraklarda Islam’in halkin gönlüne yerlesmesi misyonunu daima tasavvuf ve tarikatlar üstlenmistir. Islam dünyasinin dört bir yanindaki dergahlar, tekke ve zaviyeler, Islam’in adeta birer karakolu olarak çalismis ve halki Allah’in sahih dinine çagirmaya gayret etmislerdir.
Bu ay ki dosyamizda tasavvufun üstlendigi bu hayati misyonu anlamaya çalisacagiz. Hayirlara vesile olmasi dilegiyle...