Akip giden zaman nehrinden
insanin nasibine
düsene ömür denilmistir.
Var olmak, hayat ve müddet gibi
anlamlara gelen ömür, dogum ile
ölüm arasindaki sayili günlerin
toplamidir. Günler sayilidir ama
insan Ilahi bir lütuf olarak bu günlerin
sayisini bilmez. Ancak diger
insanlarin bu dünyadan birer birer
göçtügünü görerek kendi günlerinin
de son bulacagini iyi bilir. Insanin
ölüm vakti anlamina gelen ecelin
gününü tam olarak bilmemesi psikolojik
olarak onu rahatlatirken
diger yandan gafl ete de düsürebilir.
Zira baskalari göçüp giderken
insan ölümü bir türlü kendine
yakistirmaz. Dünyaya dair planlar
yapar, hayaller kurar ve hesaplar
tutar da çogu zaman söyle bir geçmise
dönüp ömrünün muhasebesini
yapmaz. Takvim yapraklari kendisine
bir yilin daha geride kaldigini
hatirlattiginda sadece biraz daha
yaslandigi gelir aklina. Takvimlere
is planlamasi için bakar. Halbuki
insanin is takviminden ziyade bir
iç takviminin olmasi ve o takvimde
ömrünün muhasebesini her an
tutmasi gerekir. Zira bu dünyanin
arzusu ve isleri bitmez de insanin
ömrü bilinmez bir anda bitiverir.
Yazinin tamami derginin 2025 Ocak sayisinda.