ILIM VE IRFAN | Kasım | 2017 | AYIN KONUSU | Okunma: 2296
ÇAGRISI HALA TAPTAZE

Islam tarihindeki bazi kriz ve dönemeç evrelerinde, Allah Tealanin takdirinin bir sonucu olarak bazi yildiz simalar zuhur etmistir. Bu isimler, krizlerin asilmasinda, çikis yollarinin gösterilmesinde ve kafa karisikliklarinin giderilmesinde anahtar rolü oynamislardir. Hasan Basri Hazretleri, Imam Safii Hazretleri, Cüneyd Bagdadi Hazretleri, Imam Gazzali Hazretleri ve bu isimlere benzeyen birçok yildiz isim böyledir. Bu isimlerden her biri, akilla nakil, seriatla hakikat, zahirle batin arasinda yasanan bir gerilim ve çatisma araliginda, bu krizin asilmasinda yol gösterici olmuslardir.
Bu isimlere eklenebilecek bir isim de Imam-i Rabbani Hazretleridir. Hindistan’da zuhur eden ve Islam’in asli hususiyetinin korunmasinda hayati bir rol üstlenen Imam, Islam’in Hind dinleriyle sentezlenmesi için atilan bazi tehlikeli adimlara itiraz etmis, bu yolda mücadele etmis, zindana düsmeyi göze almistir. Islam’in ve Müslümanlarin izzetinin çignenmesi girisimleri karsisinda suskun kalmamistir. Imam-i Rabbani’nin bu mücadeleyi verirken tasavvufi bir yöntem izlemis olmasi ayrica dikkate degerdir.
Müceddid-i elf-i sani yani ikinci bin yilin yenileyicisi olarak da adlandirilmis olan Imam-i Rabbani’nin mücadelesinden bugün de alinacak dersler vardir. Islam’in asli karakterine yönelik bozucu girisimleri sezmek, akabinde bunlari teshir etmek, Müslümanlar karsisinda sorumlulukla hareket ederek onlara yol göstermek, bir alimin ve manevi rehberin üstlenecegi vazifelerdendir.
Imam-i Rabbani Hazretleri, yetistirdigi çok sayida hali¬fesinin de etkisiyle, tesiri bugüne kadar gelen bir mürsid olmustur. Naksibendiye çizgisi içinde, Müceddidiye olarak adlandirilmis bir kolun müessisidir. Bugünkü Naksi tarikatlarinin silsilelerinde yer alir ve mevcut Naksi adab ve erkaninin belirleyici isimlerinden biridir.
Bu sayidaki dosyamiz, diger sayilarimizdaki dosyalara göre daha genis oldu. Bu sayede bu büyük imam ve rehber hakkinda doyurucu, kaynak niteliginde bir dosya hazirlamis olduk.
Hayirlara vesile olmasi temennisiyle.

IKINCI BIN YILIN MÜCEDDIDI: IMAM-I RABBANI
ISLIM GÜMÜSTEKIN

Bidatlarla kararan dünyayi Sünnet-i seniyyenin isigiyla aydinlik seherlere ulastiran essiz bir zat: Imam-i Rabbani.
1564 yilinda Hindistan’in Dogu Pençap’taki Sirhind kasabasinda dünyayi tesrif etmistir. Tam adi Ahmed bin Abdülehad bin Zeynelabidin olmasiyla birlikte o kendisinde bulunan yüksek ahlaki sebebiyle sifatlariyla taninmis bir Islam önderidir. Zira Naksibendiye tarikatinin en önemli isimlerinden biri olan bu büyük veli, Imam-i Rabbani -Ilahi bilgilere sahip alim- ve müceddid-i elf-i sani -Hicri ikinci bin yilin müceddidi- unvanlariyla taninmaktadir. Ayrica Hazret-i Ömer’in soyundan gelip, yirmi dokuzuncu torunu olmasi sebebiyle el-Faruki olarak da anilir. Kendisinin mesrep olarak da Hazret-i Ömer’e benzedigi rivayet edilmektedir. Bunun yaninda alimlerin isigi, Islam’in bekçisi, silsile-i aliyenin yirmi üçüncüsü ve mü’minlerin önderi gibi lakaplarla da anilmistir.
Evliya bir baba ve haya timsali bir annenin oglu olarak dünyaya gelen Imam-i Rabbani, çocuklugunda siddetli bir hastaliga yakalanmisti ve ailesi büyük bir üzüntü yasayarak onun vefat edecegini zannetmislerdi. Babasi, onu Kadiriye tarikatinin meshur alimi Seyh Kemal Kihteli Kadiri’ye götürerek duasini istemistir. Seyh Kemal Imam-i Rabbani’ye büyük bir hayranlikla baka¬rak babasina, “Hiç üzülmeyiniz, bu çocuk yasayacak, ilmiyle amil, büyük bir alim ve essiz bir veli olacak.” demis ve çocugun ellerinden öpmüstür. Bu süreçten sonra Imam-i Rabbani Allah’in izniyle sagligina kavus¬mus ve tahsil hayatina baslamistir.
Babasinin rahle-i tedrisinde ilim yolculuguna baslayan Imam-i Rabbani, küçük yasta hafizligini tamamlayip Arapçayi ögrenmistir. Ayrica babasindan egitim aldigi esnada, çesitli ilimlere dair küçük kitaplari ezberlemis, devrin muhtelif alimlerinden de ders okumustur. Daha çocuk yaslarda güçlü bir egitim almaya baslayan Imam-i Rabbani’nin ilim ve irfanla dolu bereketli bir çocukluk geçirdigi anlasilmaktadir.

EHL-I SÜNNET ÇIZGISINDE BIR TASAVVUF HAYATI
PROF. DR. SÜLEYMAN DERIN

Peygamber Efendimizden sonra Islam ümmetinde inanç ve amel konusunda görüs ayriliklari ortaya çikmis, muhtelif fikhi ve kelami mezhepler tesekkül etmistir. Bunlardan bir kismi Islam’in ana prensiplerini tam manasiyla muha¬faza edemezken bir kismi ise Kur’an ve Sünnet’e tam olarak bagli kalabilmislerdir. Imam-i Rabbani’ye göre Kur’an ve Sünnet’e tam bagli olan kesim Ehl-i sünnet ve’l-cemaat mezhebidir. Zira bunlar Kur’an-i Kerim’i, Peygamberimizin sünnetini ve O’nun (sas) cemaatini yani sahabesini aralarinda ayirim yapmadan kabul etmislerdir. Onlarin arasindaki anlasmazliklarda taraf tutmadan orta bir yol tutmuslardir. Ehl-i beyti sev¬misler ama bunlarin disinda kalan, diger sahabeleri de dislamamislardir.
Imam-i Rabbani’nin eserlerinde Ehl-i sünnet vurgusu son derece yogundur, zira dinimizi asiriliklara kaçma¬dan en mutedil sekilde savunan onlar olmustur. Bu makalemizde biz de özellikle onun Mektubat’indan yola çikarak Ehl-i sünnetin bizim için niçin önemli oldugunu anlamaya çalisacagiz.
Imam’a göre ebedi kurtulus için yasamamiz gere¬ken dini hayatin üç asli unsuru vardir; bunlar, iman manasina ilim, amel ve ihlastir. Allah’in zati, sifatlari kisaca inanç konularini ele alan ilmi kelamcilar, amelle ilgili bilgileri fakihler, ihlasla ilgili bilgileri de sufiler deruhte etmistir. Bunlar birbirleriyle tam uyumlu çalis¬mali, hiçbir kesim digeriyle ters düsmemelidir. Imam, dinin üç sacayagiyla ilgili bu durumu söyle açiklar: “Ebedi kurtulus için insana üç sey zaruridir: Ilim, amel ve ihlas. Ilim de iki kisimdir. Birincisi, kendisinden mak¬sadin amel oldugu ilim. Bunu fikih ilmi üstlenmistir. Ikincisi ise, kendisinden maksat sadece itikad ve kalbi inanç olan ilimdir. Bu da firka-i Naciye olan Ehl-i sünnet ve’l-cemaatin isabetli görüsleri dogrultusunda kelam ilminde detaylariyla anlatilmistir. Bu büyük zatlara tâbi olmadan kurtulusa ermek düsünülemez. Eger kil kadar bile muhalefet edilirse, bu çok tehlikelidir. Bu durum, sahih kesif ve apaçik ilham ile de kesinlik kazanmistir. Muhalefet ihtimali yoktur. O halde, onlara uymaya muvaffak olan ve onlari taklitle sereflenen kisiye ne mutlu.” (Mektubat, c.I, 59. Mektup)

IMAM-I RABBANI’NIN DILINDEN SERIAT VE TARIKAT
DOÇ. DR. ABDULCEBBAR KAVAK

Imam-i Rabbani on yedinci yüzyilin ilk çeyre¬ginde Sirhind merkezli dini tasavvufi hareketin lideri, müceddid bir alim ve mutasavviftir. Naksibendiye tarikatinin Müceddidiye kolu olarak bilinen bu hareket Sirhind’den Hint alt kitasina oradan da Islam âlemine yayilmistir.
Imam-i Rabbani Müslümanlarin yasadigi dini ve kültürel erozyonun, fikri ve ahlaki gerilemenin temelinde Islam toplumunda bidatlarin çogalmasini, dinin özünden ve Peygamber Efendimizin Sünnet-i seniyyesinden uzaklasmayi görmüstür. Bu nedenle Islam ümmetinin yasadigi buhran ve gerilikten kurtulus reçetesinin en basinda seriata ittibayi zikretmistir.
Seriatin üç esastan olustugunu ifade eden Imam-i Rabbani Hazretleri bunlari ilim, amel ve ihlas diye siralar. Allah’in rizasinin gerçeklesmesini de seriatin gereklerinin yerine getirilmesine baglar. Tarikati ve hakikati seriatin üç esasindan sonuncusu olan ihlasla iliskili görür ve onlarin tamamlayicisi oldugunu belirtir: “Sufilerin ugras alani olan tarikat ve hakikat ise seriatin üçüncü kismi olan ihlasin tamamlayicilari ola¬rak seriatin hizmetçisidirler. Bu ikisinin gayesi seriati tamamlamaktir.”
Nesiller boyu seriati ögreten ve anlatanlarin alimler oldugunu vurgulayan Imam-i Rabbani, bu yolun fedakar yolculari olan ilim talebelerinin de saygiyi hak ettiklerini belirtir: “Ilim talebelerini önce zikretmek seriati yücelt¬mek anlamina gelir. Islam seriati ve Mustafa’nin (sas) getirdigi din onlarin sayesinde ayakta durmaktadir. Insanlar kiyamet gününde tasavvuf yerine seriattan hesaba çekileceklerdir. Cennete girmek ve cehennem¬den kurtulmak seriatin gereklerini yerine getirmeye baglidir.”

ANAYOLA ÇAGIRAN BIR ALIM VE MÜRSID
SAID YAVUZ

Asagida maddeler halinde bulacaginiz nasi¬hatler önce kendi nefsim içindir. Sonra âlem-i hayalden gelen o genç arkadasimla ikinci bin yilin yenileyicisi o büyük Imam’in sözlerinden hareketle bir seyler konustuk. Konustukça gördük ki o büyük zati konusmanin tam zamanidir. Çünkü avucumuzdaki imanin bir oraya bir buraya çekistirildigi, oradan düsürülmeye çalisildigi bir hengamede yasiyoruz. O ise asirlar öncesinden o ates orada nasil muhafaza edilir, talebelerine yazdigi mektuplarla bunu anlatmis, bunun kavgasini vermis. Onu anlamak üzerine kurulan cüm¬leler onun için bir dua olsun.
1. “Sunu iyi biliniz ki kalp, Cenab-i Hakk’in komsusudur. O’nun mukaddes zatina kalpten daha yakin bir sey yoktur. O halde ister mü’min olsun ister asi, kalbe eziyet etmekten sakininiz! Çünkü komsu asi de olsa himaye edilir. Aman bundan uzak durun! Zira küfürden sonra, kalbe eziyet etmek kadar Allah Tealanin incinmesine sebep olan baska bir günah yoktur. Zira kalp, Cenab-i Hakk’a yaklasabilen varliklarin en yakinidir.”

ENDONEZYA’DAN BOSNA’YA BIR KUTLU IRSAD
KUTBEDDIN AKYÜZ

Tarih boyunca Islam’in yayilmasi din alimleri, Müslüman tüccarlar, askerler ve sufiler yoluyla olmus, Islam’in yayildigi cografyalarda yine bu zümreler teblig ve irsad vazifesini ifa etmislerdir. Bunun yaninda o bölgelerde bulunup Islam’la yeni tanisan kisilere rehberlik de etmislerdir. Sultan Sihabeddin Guri, Islam ordularinin komutani olarak Hindistan’in Ecmir adli bölgesine girdiginde orada ezan sesleriyle karsilasmisti. Bu durum oraya daha önceden bazi Müslümanlarin girmis oldugunu ve oradaki halkin Islam’a girmelerine vesile olduklarini gösteriyordu. Sultan Sihabeddin yaptigi arastirmalar neticesinde kendisinden önce oraya gelip Islam’in sedasini orada yankilandiran kisinin Seyh Abdülkadir Geylani’nin yege¬ninin oglu, Çistiye seyhi Hace Muinuddin Çisti oldugunu gördü ve onunla mülaki olup kendisini hizmetlerinden dolayi tebrik etti.
Tasavvufi sahsiyetler sadece Islam’in yayilmasina katkida bulunmamis, ayni zamanda Islam’a yöneltilen maddi ve manevi her türlü saldiriya karsi reaksiyoner, tepkisel bir tavirla gögüs germislerdir.
Bu kametlerden bir tanesi de etkisi yasadigimiz yüzyil¬lara kadar ulasan Naksibendiye tarikatinin Müceddidiye kolunun kurucusu olan Imam-i Rabbani Hazretleridir.

ZOR BIR MESELE: VAHDET-I SUHUD VAHDET-I VÜCUD
ABDULLAH TAHA ORHAN

Hepimiz vahdet-i vücudu duymusuzdur. Öyle ki liselerde edebiyat derslerinde vahdet-i vücud nesvesiyle yazilmis siirler okunur Yunus Emre’den, Niyazi-i Misri’den ders kitaplarinda bir bahis olarak geçer vahdet-i vücud. Varligin birligi diye açiklanir ya da daha kolay anlasilsin diye kisaca, Allah’in bir olmasi gibi izahlar yapilir. Kelime anlami itibariyle, evet, dogrudur; vahdet-i vücud varligin birligi demektir. Peki ya o ne demektir?
Aslinda onu anlamak için önce baska bir kavrami anlamak gerekir kanaatimizce. O da ilk olarak 14. yüzyilda, meshur Kübrevi seyhi Alaüddevle Simnani’nin Iran’da nüvelerini attigi ve kendisinden üç asir sonra, bu sefer Hindistan’da, ikinci binin yenileyicisi Imam-i Rabbani Ahmed Sirhindi tarafindan gelistirilecek ve nesvünema bulacak olan vahdet-i suhud düsüncesidir.
Sözlükte, görülenlerin birligi anlamina karsilik gelen bu kavram, Sirhindi’nin açilimlariyla aslinda vahdet-i vücudun da ne oldugunu gösterecektir bize. Nitekim Imam-i Rabbani izaha, kendisinin de seyr-u sülukunda Hak’tan baska bir seyi görmedigi, öyle ki küfür ve imani dahi bir gördügü bir noktaya geldigini, bu makamda yillarca kaldigini, zira bu makamin manevi zevkinin çok oldugunu ifade ederek baslar. Ardindan, bu makamdayken kendisinin, bunun nihai mertebe oldugunu sandigini ifade eder. Fakat seyhi Bakibillah onu, içine düstügü bu durumdan kendi manevi tecrübesinin de baslangiçta böyle oldugunu ve sonrasinda vahdet-i suhud makamina ererek aslinda bunun nihai degil, baslangiç mertebesi oldugunu gördü¬günü ifade ederek kurtarir.

IKI ZIT KUTUPBIDATLAR VE SÜNNETLER
PROF. DR. SELAHATTIN YILDIRIM

Günlük hayatimizda kildigimiz bes vakit namazda kirk defa Fatiha suresini okumaktayiz. Namazlarin disinda ise birçok münasebetle bu mübarek sureyi okumaya devam ederiz. Fatiha suresi Kur’an’in girisi ve özeti olmasinin yaninda her gün kullar tarafindan Allah katina yükselen bir duadir. Bu duada, ihdinassiradal müstakim, bizi dogru yola ilet, seklinde dua etmekteyiz. Sirat-i müstakim iki kelimeden olus¬maktadir. Bunlardan sirat kelimesi yönde dogrulugu, müstakim kelimesi ise yolda dogrulugu ifade eder. Yani yolun zikzakli olmayip dosdogru olmasi demektir. Geometrik tarifi ise, iki nokta arasindaki en kisa çizgi anlamindadir ki, Allah’a giden en düzgün, en dogru, en kisa ve en saglam yol demektir. Islam ümmetinden önce bu yol üzerinde Hazret-i Isa’nin ümmeti olan Hristiyanlar, onlardan önce de Hazret-i Musa’nin ümmeti olan Yahudiler bulunuyorlardi. Her iki büyük cemaat yoldan çikti ve sirat-i müstakimi kaybetti. Yahudiler, semina ve asayna, duyduk ve isyan ettik diyerek bildikleriyle amel etmedikleri için; Hristiyanlar ise bilgisizlikleri yüzünden dini vecibelerini yanlis uyguladiklari için sirat-i müstakimden saptilar. Bu iki cemaati yoldan çikaran sebeplerin ikisi birden Islam ümmetinin önünde saptirici tehlike olarak durmaktadir. Süfyan Sevri bu konuda söyle demistir: “Sirat-i müs¬takimden sapmada alimlerin bozulmasinda Yahudilere benzeyis; dindarlarin dini yanlis uygulamalarinda da Hristiyanlara bir benzeyis vardir.”

IMAM-I RABBANI ILE KISA BIR HASBIHAL
YRD. DOÇ. DR. NURULLAH KOLTAS

Imam-i Rabbani: Üzerimizden nimetlerini eksik etmeyen ve bizleri Islam’la sereflendi¬rip Hazret-i Muhammed’in ümmetinden kilan Allah’a hamdolsun. Cenab-i Hak bize daima nimetlerini bahsetmekte. Varligimizin O’nun (cc) vergisi, varligi¬mizin devaminin da O’nun (cc) ihsani oldugu es dost tarafindan iyi biline. Aklimiz, O’nun (cc) verdigi nimete sükür ve hürmetin gerekliligine herhangi bir kuskuya yer olmaksizin hükmetmekte. Allah’in eksikliklerden uzak ve bizlerin de eksikliklerle kusatilmis olmamiz hasebiyle, O’na (cc) dogrudan ulasma ve sükrümüzü ifade yollarini bilmemekteyiz. Bu baglamda Islam, O’na (cc) olan hürmetin bizzat ifadesi ve sartlari da her insanin kapasitesi uyarinca gerçeklestirilebilmek üzere bizzat Efendimiz tarafindan her seviyede ortaya konmus durumda. (Imam-i Rabbani, Mektubat, çev. Talha Hakan Alp-Ömer Faruk Tokat-Ahmet Hamdi Yildirim, Semerkand Yayinlari, Istanbul 2016, 17. mek¬tup, I/139-164)
Seyyar: Efendim, Allah’a sükrümüzü ifade yollarini bilmedigimizi söylediniz. Öte yandan kimi sufiler, “Sükrün farzi, nimetleri kalp ve dille söylemektir.” derken kimileri de, “Sükrettigin sürece sükredici degilsin. Sükrün son mertebesi, hayret halidir. Çünkü sükür de Allah’in bir nimetidir. Ona da ayrica sükret¬mek gerekir.” demekteler. (Sühreverdi, Tasavvufun Esaslari, Haz. Hasan Kamil Yilmaz-Irfan Gündüz, Erkam Yayinlari, Istanbul 1989, s. 616-617) Size göre manevi yolculukta söz konusu sükür nasil gerçeklestirilebilir?
Imam-i Rabbani: Manevi yolculugun bizzat kendisi sükürde bir yöntem arayisidir. Seyr-ü süluk adini verdi¬gimiz bu yolculugun gayesi, ihlas makamini elde etmek. Bu da seriatin su üç kismindan biri olarak karsimiza çikiyor: Ilim, amel ve ihlas. Bu üç kisim yerli yerine oturmazsa, seriatin geregi de layikiyla yerine getiril¬mis olmuyor.

ASLANLAR SEHRISIRHIND
CANKAT KAPLAN

Sirhind, bugün Hindistan’in kuzeybatisindaki Pencap eyaletinde bulunan, nüfusunun çogunlugunu Sihlerin olusturdugu ufak bir sehir. Tarihi, Hristiyanligin baslangicina kadar uzanan Sirhind’in bir sehir olarak yükselisi, Delhi sultanligi hükümdari Firuz Sah Tugluk’un burayi 1360’da bölgenin baskenti yapmasiyla basladi. Sehrin en müreffeh oldugu dönem ise, tarihçilere göre, 17. yüzyilda Babür imparatorlugunun yönetiminde oldugu dönemdi. Bu dönemde Delhi ve Lahor arasindaki anayol üzerinde bulunan en büyük merkez olan sehir, geçis güzergahi üzerinde bulunmasi sebebiyle ekonomik olarak büyük bir refah içindeydi. Ekonomideki rahatlik kültürel ortama da aksetmisti. Su anda çogu Sihler tarafindan tahrip edilmis olsa da, bu dönemde Sirhind’de 360 kadar caminin yaninda birçok bahçe, türbe ve kervansarayin oldugu söylenmektedir. Ayrica, Sirhind bir kültür ve ilim merkezi olmasi sebebiyle, birçok arifin, alimin, sairin, müverrihin, tabibin ve hattatin yetistigi bir merkezdir. Sirhind, Sanskritçede, aslanlarin çok oldugu yer, aslan ormani anlamlarina gelmektedir. Sirhindli Imam-i Rabbani’nin altinci kusaktan dedesi Imam Rafiuddin, Sirhind’i iskana açtiginda burasi gerçekten aslanlarin çokça yasadigi bir yer olabilir. Fakat bu isim gerçek anla¬mini, gene 17. yüzyilda, yani sehir en görkemli devrini yasarken, burada dogan ve yine burada vefat eden büyük alim ve mutasavvif Imam-i Rabbani ile ve onun soyundan gelen nice alimlerle kazanmistir.

KITAPLARIN SAHI: MEKTUBAT
AHMET EDIP BASARAN

Insan nerede olursa olsun söze, kelama muhtaç. Söz olmadan, kelamin hakikati olmadan yasayamaz insan. Yasadigini söylese bile suursuz ve nasipsiz bir ömrün dile gelisinden baska bir sey degildir bu. Söz niçin önemlidir? Çünkü emaneti tasiyan rahmani bir armagandir söz. Emanet, insani esref-i mahlukat kilan yeryüzü ödevinin bizzat kendisidir. Ödevle gelmisiz, daglari bile yerinden oynatan bir sorumlulukla. O ödevi biz sirtlanmisiz. Sözün vebali ve sorumlulugu da bu sebepten büyük. Söz insanin bizatihi kendisidir aslinda. Ve insan yeryüzünde bilmekle, anlamakla, kavramakla mükelleftir. Bilmenin, ögrenmenin, idrakin damarlari sözün seh¬rinden geçer. O sözü tasiyan kanallar olmus yeryüzü tarihinde. Bir sekilde ilmi, irfani, duygulari, düsünceleri aktaracak bir yol bulmus eskiler. Bunlarin içinde en meshuru mektuplardir, bilirsiniz. “Mektup yaz, aliskanliklarin tazelensin.” der Seyh Galib. Aliskanlik, bugünkü anlamiyla sadece rutine, siradanliga dönüsen eylemlerin toplamini vermez bize. Bir duygu ve düsünce aliskanligindan da söz etmek gerek. Mektuplar öncelikle bu aliskanligi daimi kilmanin, bereketli ve derinlikli kilmanin yolunu yordamini arar.

(Dosya yazilarinin tamami Ilim ve Irfan dergisinin Kasim sayisinda, sayi: 63)

Muhterem hazirun, Hazret-i Muhammed’in peygamber olarak gönderilmesi...

Insanin fitrati tertemizdir. Ne var ki zamanla disardaki enkazin, toz dumanin külleri üzerine düser....

Ilim ve Irfan dergisinin 2024 Aralik sayisi sahsiyet dosyasiyla çikti....

IRFAN BASIM YAYIN DAGITIM SAN. VE TIC. LTD. STI.
Zafer Mahallesi Kurultay Sokak No:1/6 Yenibosna | Bahçelievler / Istanbul | Telefon: 0(212) 694 98 98
Copyright © 2012-2024