ILIM VE IRFAN | Mayıs |
2016 |
AYIN KONUSU
| Okunma: 1561
VERA, KULLUKTA TITIZLIK DEMEKTIR
Dini ciddiye almak, dini hususlarda titizlik göstermek sufilerin mesleklerinin en bariz özelliklerindendir. Allah’in hosnutlugunu kazanmanin yolu anlamina gelen din onlar için hayattir, memattir, dünyadir, ahirettir. Hayatlarinin tam merkezine koyduklari bu ideal, onlari titizlik sahibi kilar. Çünkü dindeki titizlik, dinin sahibine karsi olan edebin geregidir.
Vera, haram seyler kadar, süpheli seyleri de terk etmek anlamina gelir. Haramlar bellidir ama haram olup olmadiginda bulaniklik yasanan hususlarda sufiler, fazladan titiz olmayi tercih etmislerdir. Nitekim Peygamber Efendimizin (sas) su sözü bu duruma dikkat çekici bir ilkedir: “Süpheli olani birak, süpheli olmayana bak.”
Bununla birlikte, sufilerin vera konusundaki egitimleri bu sinirda kalmaz ve daha da ileri gider. Havas olarak adlandirilan manevi seçkinlerin verai, Ibn Acibe Hazretlerine göre, kalbi bulandiran, kendisinde katilik ve zulmet bulunan her seyi terk etmektir. Yani hayattaki dini hassasiyet sadece fiili ve maddi uygulamalarla sinirli kalmamali, sufi ayni titizligi kalbi fiillerde de göstermelidir. Öyle ki, kalbinin bulanmasina izin vermemelidir. Yine Ibn Acibe Hazretleri, havassü'l-havasa dair bir vera daha oldugunu ve bunun da, Allah’tan baskasiyla ilgilenmeyi reddetmek, Allah’tan baskasini arzulamanin kapisini kapatmak, ilgiyi Allah’a hasretmek, ondan baska bir seye itimat etmemek oldugunu söylemistir. En seçkin sufilerin verainda, kalp tamamen kontrol altina alinmakta ve sahibine adanmaktadir. Ve aslinda gerçek vera budur, verain hakikati de bundan ibarettir.
Hasan Basri Hazretleri ve baska birçok önemli sufinin verain ziddi olarak tamahkarliga isaret ettiklerini görmekteyiz. Bu çok anlamlidir. Çünkü vera, dini titizlik demekse, dini titizlik de dünya karsisindaki hassas ve metanetli bir dirençle mümkündür. Bunu ihlal eden ve zedeleyen de, dünyaya teslim olmak, dünya tarafindan teslim alinmak anlamlarina gelen tamahkarliktir. Bu sebeple tamahkarlik, veranin kaybi, titizlik melekesinin yitirilmesi demektir.
Bu ayki dosya konumuzu, bu önemli konuya ayirdik. Hazirladigimiz dosyanin hayirlara vesile olmasini temenni ederiz.
INCE VE KESKIN BIR ÇIZGI: HELAL-HARAM MESELESI
PROF. DR. SÜLEYMAN ULUDAG
Vera, sözlükte kaçinmak, sakinmak ve çekinmek anlamina gelir. Terim olarak, haram ve günah olmasi süpheli bulunan hususlardan özenle kaçinip fazla lüzumlu olmayan helal ve mübahlarin bir kismindan da feragat etmektir.
Dinimizde haramlar da helaller de bellidir ve apaçiktir. Haram olan seyi terk etmek, helal ve mübah olan seylerden israfa kaçmadan ihtiyaç ölçüsünde faydalanmak dini hükümlere samimi surette bagli olan bir mü’’minin yapacagi seydir. Ancak haramla helal arasinda gri bir alan vardir. Bu alandaki hususlarin haram mi yoksa helal mi oldugu yeterince açik degildir, bunlarin haramligi da helalligi de süphelidir. Gri alandaki hususlardan bir kismi harama, diger bir kismi helale yakindir, -ilkine tahrimen, ikincisine tenzihen mekruh denir- üçüncü bir kismi ise ortadadir, ona da buna da yakindir. Bunlarin üçünde de az ya da çok haram olma süphesi ve ihtimali bulundugundan vera sahibi denilen veri (müteverri) mü’min hepsinden kaçinir, bir zaruret bulunmadikça helalligi açik olan hususlarla yetinir hatta bunlarin da ihtiyaçtan fazla olan kismini terk ederek, ihtiyaç miktarinda olan kismiyla kanaat eder.
Hadis-i serifte de isaret edildigi gibi haram alana girmeye sebep olmasi ihtimali bulunan mübahin harama yakin kismi -helalligi süpheli- görülerek terk edilmesi tavsiye edilmistir.
Farz edelim ki sürümüzü otlatan bir çobaniz. Güttügümüz yerde baskasina ait bir çayir veya ekin tarlasi var. Eger sürümüzü baskasinin mülkü olan çayira gereginden fazla yaklastirirsak sürüdeki hayvanlardan birinin veya bir kaçinin bu çayira girme ihtimali daima vardir. Sürümüzü bu çayirdan ne kadar uzak tutarsak o yasak alana girme ihtimali o kadar azdir. Bu sebeple tedbirli, dikkatli ve ihtiyatli olmak gerekir. Dindar (veri) bir mü’min bu gibi konularda hassastir, ihtiyatlidir, uyaniktir.
BÜTÜN AZALARIMIZDA ALLAH KORKUSU OLMALIDIR
HAMZA TOPRAK
Dinimiz, Kur’an-i Kerim’de beyan buyurulan, Peygamber Efendimizin ve ashabinin örnek yasantisiyla ortaya konulan bir hayat ve ahlak nizami olusturmustur. Tasavvuf da, insani, tabiatiyla hayati sekillendiren bir müessese olmustur. Saadet asri, bizim için, yasanmis ve bitmis bir özlem olarak kalmamali, ondaki bütün hayat tecrübeleri, manevi lütuf, ihsan ve bereketler her gün ve her an yeniden canlandirilmalidir. Resulullah Efendimizin Sünnet-i seniyyesi kâmil mürsidler vasitasiyla asirlardir ümmetin kandili olmus, kiyamete kadar da böyle olmaya devam edecektir. Muazzam bir hayat tecrübesine sahip olan tasavvuf, ayni tecrübeyi günümüzde ve gelecekte müntesiplerine, muhiplerine ve bu yola gönül verenlere fazlasiyla aktarmaya kadirdir.
Insanin hayat yolunda karsisina daima büyük tehlikeler çikar. Azginlik, sapkinlik, gurur, kibir, kin, nefret, yalancilik gibi ruhumuzu kemiren, bizleri Hak yolundan alikoyan büyük uçurumlar vardir. Bu uçurumlarin kenarindan bizleri çekip alacak, dogru yola irsad edecek bir yol gösterici gerekmez mi? Her biri, birer yildiz olan ve sayilari yüzbinlerle ifade edilen sahabe efendilerimiz Resullah Efendimizin irsadiyla Hakk’a teslim olmamislar midir?
Seytan ve nefs saldirisi altindaki insanin bunlara karsi koyacak bir yolunun, yönteminin ve gücünün olmasi gerekir. Bu yol, yöntem ve gücün tasavvuf çevrelerinde son derece etkili ve kurumsal bir kimlige büründügünü görmek gayet tabiidir. Bugün, basit bir beden rahatsizliginda bile tecrübeli, kabiliyetli, köklü bir gelenegi, geçmisi olan tabiplere kendimizi havale ediyoruz. Manevi yolda, ruhumuzun tedavisi yolunda tecrübesi ve köklü bir mazisi olan bir yolu tercih etmek, bu yolun irsadiyla Hak ve hakikat yolunda ilerlemek insanin güzel bir hakki olmalidir.
(Dosya yazilarinin tamami Ilim ve Irfan dergisinin Mayis (2016) sayisinda.)