ILIM VE IRFAN | Eylül |
2015 |
AYIN KONUSU
| Okunma: 2028
BIR NEBEVI MIRAS: HICRET
Peygamber Efendimizin (sas), ashab-i kiramla birlikte Medine’ye hicretleri, tarihin akisini degistiren evrensel çapta bir olaydir. Evet, sadece Arabistan yarimadasindaki Mekke isimli sehirden Medine isimli sehre göç etmekten ibaret gözükse de, dünyanin tamamini etkileyecek bir olaydi hicret. Mekke’deki zorunlu çilehanelerinden çikan mü’minler, Islam’a çagrilarini bütün dünyaya duyurmak için bir firsat bulmuslardi. Dahasi, Islam’in bir sehir ölçeginde, kurumlariyla birlikte yasanmasinin yolunu da açmisti hicret. Savasa izin çikmis, mescid insa edilmis, hukuki düzenlemeler yapilabilmisti. Ama bütün bu, güç ve emek isteyen islerin gerçeklesmesini saglayan, Medine’de ortaya çikan büyük bir sosyal ruh idi. Bu ruhu, hicret eden magdur mü’minlerin, ev sahibi fedakar mü’minlerle bulusmasi gerçek kilmisti.
Medine’de Peygamber Efendimizin, daha mescidi insa etmeden bile önce yaptigi ilk sey Ensar ile Muhacirler arasinda kardesligi tesis etmek olmustu. Yani önce mü’minlerin kalpleri saf tutmus, sonra da bedenlerinin saf tutmasi kolay olmustu. Tarihin görüp görebilecegi en etkileyici bu kardeslik kampanyasi bugüne kalmis en önemli Nebevi miraslardan biridir.
Mü’minin mü’minle kardes olmasinin anlamini ve çapini bu hadiseden daha etkileyici bir biçimde anlatmaya imkan yok.
Sufiler bu kardeslik hadisesini en ciddiye alan, bu olaydan kendilerine gereken örnekligi çikartan gruptur diyebiliriz. Dünyanin saginda solunda, hemen her tarikat, baglilarini birbirleriyle kardes olmaya davet etmektedir. Tarikatlarda, müntesiplerin birbirlerine ihvan (kardesler), kurban, seyyidi diye hitap etmeleri birbirlerine bakarken gösterdikleri sevginin, hürmetin ve yüceltmenin birer delili gibidir.
Bu sayimizda hicret konusunu ele alirken, öncelikle birbirimizin kardesleri oldugumuzu bir kez daha hatirlatmak, hicretin bu büyük mirasina her zaman sahip çikmanin gerekliligine dikkat çekmek istedik.
ALLAH’IN DISINDAKILERDEN ALLAH’A SIGINMAK
PROF. DR. SÜLEYMAN ULUDAG
Sözlükte terk etmek, ayrilmak ve ayri düsmek gibi anlamlara gelen hicret, (hecr, hicran, muhaceret de ayni anlama gelir) bir kimsenin, sirf Müslüman oldugu için maruz kaldigi zulüm ve baski sebebiyle içinde dogup büyüdügü vatanindan ve ikamet etmekte oldugu memleketinden ayrilmak zorunda kalmasidir. Mü’minin yurdundan ayrilmasi ve memleketini terk etmesi haline hicret (hecr-hicran) denir. Vatanindan ayrilmak zorunda kalan ve diyar-i gurbete giden Müslümana da muhacir denir.
Hicret sirf bir göç, muhacir de sadece bir göçmen degildir. Hicreti göçten, muhaciri göçmendenden farkli kilan iman ve niyettir. Muhacir, Müslüman oldugu için dayanilmasi zor ve siddetli zulme ve baskilara maruz kalan, yurdunu terk ederek dini görevlerini serbestçe yerine getirecegi ve mü’min topluma hizmet edecegi bir yere giden kimsedir. Haksizliga ugramasinin sebebi Müslüman olmasidir. Yurdunu Allah Tealanin rizasini gözetme niyetiyle terk etmistir.
Hicret ilticadan (siginmadan) muhacir d mülteciden (siginmacidan) farkli bir kavramdir. Mülteciler de zulme ugramis ve baskiya maruz kalmis magdur ve mazlum kisilerdir. Onlara da acimak ve yardimci olmak gerekir. Fakat mültecilerin yurtlarindan ayrilip baska ülkelere iltica etmelerinin sebebi Müslüman olmalari degildir. Bu durumda bulunan kimselerin yurtlarini terk etmek zorunda kalmalarinin sebebi eger Müslüman olmalari ise o mülteciler ayni zamanda muhacirdirler. Her muhacir mültecidir ama her mülteci muhacir degildir.
Genellikle hicret denince gördükleri zulüm ve baski sebebiyle Mekkeli ilk Müslümanlarin Allah Resulü’nün tavsiyesine uyup Miladi 615’te ilk defa, 616’da ikinci defa vatanlarindan ayrilip Habesistan’a, daha sonra da Hazret-i Peygamberin Mekke’den Medine’ye hicret etmesi akla gelir ama hicret daha sonraki senelerde de devam etmis, Mekke fethedilince, özel ve manevi bir statü olan hicret olayi son bulmustur. (Bkz. Buhari, Hicret) Bunun sebebi artik bundan böyle Mekke müslümanlarinin üzerinden baskinin ve haksizligin kalkmis olmasi hatta müslümanlarin Mekke’de itibar ve saygi görmeleridir.
Fakat Hazret-i Peygamber ve rasid halifeler döneminde Müslümanlarin sirf Müslüman ve mü’min olduklari için yasadiklari yurtlarinda çaresiz kalmalari, zulüm ve baski görmeleri söz konusu olmadigindan yeni muhacirlere çok az rastlanmaktaydi.
HICRET IYIYE DOGRU YOL ALMAKTIR
ISMAIL ACARKAN
“Muhakkak ki iman edenler ve Allah yolunda hicret edip cehd edenler, bu vesile ile, Allah’in rahmetini ümit ederler. Allah çok bagislayan ve merhamet edendir.” (Bakara, 218)
“Artik kim Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde gidecek birçok yer ve bir genislik-ferahlik bulur.” (Nisa, 100)
“Allah yolunda hicret edenleri dünyada mutlaka güzel bir konuma yerlestirecegiz. Ahiretteki mükafatlari ise elbette daha büyük olacaktir.” (Nahl, 41)
Kur’an kelimelerinin anlami üzerinde çalismis olan Ragib el-Isfehani hicret kelimesini söyle tanimliyor: “Hicret, bir insanin bir baskasindan beden olarak, dil –konusma- olarak veya kalp itibariyle ayrilmasi, onu terk etmesi ve birakmasidir.”
Nitekim Kur’an’da, “Rabbini yücelt, nefsini temizle ve tüm kötülüklerden kendini ayristir.” (Müddessir, 5), “Ve onlarin söylediklerine karsi sabirla diren ve onlardan güzelce uzaklas!” (Müzzemmil, 10) denilerek Mekke’nin daha ilk dönemlerinde bile hicretin imanla iliskisine isaret edilmistir.
Bu ayetler hicretin hem iç hem disla, hem kalp hem de bedenle iliskisine vurgu yaparak imanin bir degisim, terk ve dönüsüm süreci oldugunu hatirlatmaktadir.
Isfehani’nin belirttigi gibi hicret; sehvetlerin, arzularin, yerilen huylarin, kötü ahlakin, hatalarin birakilmasini ve terk edilmesini ifade etmektedir. Dolayisiyla hicret dogumdan ölüme degin daha iyiye, güzele ve dogruya yol almaktir. Nefse tutsakligi terk edip ruhun özgürlügüne kavusmaktir. Cimriligi terk edip cömertligi, kibri terk edip tevazuyu, kini terk edip affetmeyi, nefreti birakip sevgiyi tercih etmektir.
HICRET BIR KARDESLIK DESTANIDIR
DOÇ. DR. MAHMUT ÇINAR
Hazret-i Peygamber, Medine’ye hicret ettikten sonra kendisini bekleyen iki tane çok önemli problem bulunmaktaydi. Bunlardan bir tanesi, peygamberlik görevinin bir geregi olarak insanlari tevhid inancina davet etmek ve bu inanci benimseyenleri hayatin her alaninda dönüstürmekti. Kuskusuz insanlarin mevcut inançlarini, gelenek ve göreneklerini, deger yargilarini degistirmek oldukça zor bir süreçti. Ikinci problem ise Mekke’den Medine’ye hicret eden Muhacirlerle Medineli Müslümanlarin sosyal entegrasyonuydu. Hazret-i Peygamber, attigi bütün adimlarda bunlarin her ikisini birden gözetmis ve gerçekten tarihte benzerine rastlanmayan uyumlu bir toplum insa etmistir. Bu basarinin kodlarini, hicretten hemen sonra yapilan öncelikle faaliyetlerde görmemiz mümkündür. Hicretten hemen sonra üç tane faaliyet icra ettigini görmekteyiz. Bunlari sirasiyla irdeleyerek, sosyal hayatin erdemli bir sekilde insa edilisi sürecini anlamamiz mümkündür:
Hazret-i Peygamber Medine’ye gelir gelmez, anilan iki hedefe ulasmak için ilk is olarak bir mescit insa etmistir. Mescidin yapiminda bizzat kerpiçleri tasiyarak, bunun ehemmiyetine dikkat çekmistir. Böylelikle toplumun bütün kesimleri ayni mekanda bulusup duygu, düsünce ve eylem birligi saglanmis olacakti. Gerçekten de bu mescide Ensar, Muhacir, zengin, fakir, kadin, erkek, yetiskin, çocuk gibi toplumun bütün katmanlarina mensup çevreler toplanarak, hep birlikte Allah’in Resulü’nden feyiz almaktaydi.
Resulullah’in (sas) yaptigi ikinci icraat, Medine’de bulunan ve Müslüman olmayan diger topluluklarla vatandaslik antlasmasidir. Tarihe Medine Vesikasi olarak geçen bu antlasmaya göre Medine’de yasayan, Müslümanlarla basta Yahudiler olmak üzere diger bütün unsurlar, vatandaslik ortak paydasi üzerinde bulusacak ve baris içerisinde yasayacaklardi. Bu antlasma, Hazret-i Peygamberin içerisinde yasadigi toplumda, dini, dili, irki, kültürü ne olursa olsun herkesle baris içerisinde bir arada yasamayi ne kadar önemsedigini göstermektedir. Zaten adi Islam olan bir dinin peygamberinden de bu beklenir. O’nun (sas) bu vizyonu sahabe tarafindan da dogru anlasilmis ve Hazret-i Ali’nin Malik Ester’e yazdigi mektupta, “Insanlar ya dinde kardesin ya da yaratilista esindir.” seklinde ifadesini bulmustur.
(Dosya yazilarinin tamami Ilim ve Irfan dergisinin Eylül (2015) sayisinda.)