RABIA BRODBECK | Ekim |
2014 |
AYIN KONUSU
| Okunma: 1605
Hacca ilk gittigimde, önce, bütün arkadaslarim Mekke’nin celal, Medine’nin cemal oldugunu söylemislerdi. Önce Mekke’ye gittik, haccimizi yaptik, sonra Medine’yi ziyaret ettik. Kabe’yi ilk kez görmeye giderken nasil bir tepki verecegimi merak ediyordum. Allah’in Evi’ne yaklasirken çok heyecanliydim. Onu bütün azametiyle birden bire görme animi bozmamak için gözlerimi yerden ayirmadim. Kabe’nin içinde bulundugu alana girip sessizce durup ona baktim. O an duydugum hisler, o an algiladiklarim dünya gözüyle görülebilecek seyler degil. Gözler dünyevi varliklari görebilir; varlik duvarini görebilir. Görülemezi göremezler. Ben sonsuzlugu gördüm. Kabe’nin üzerindeki siyah örtü sonsuz olani, O’nun cemalinin sirli varligini yansitiyor. Zamansizliga ve mekansizliga dogru çekildigimi hissettim. Kabe, siyah örtüsünün sadeliginin hiçlik içinde sonsuz güzelligi yansitmasiyla sonsuz bir ilham kaynagi. Allah, çocuklugumdan beri hissettigim en derin özlemimi karsiladi: Güzelligin aslini gördüm. Üzerime rahmet yagmurlari yagdi, nur ve cemalle sarhos oldum. Sonrasinda Kabe’yi ne zaman ziyaret etsem, duydugum mutluluk, nese ve hayranlik asla azalmadi aksine daha da artti. Insanlari tavaf ederken, namaz kilarken, Kur’an okurken, Kabe’yi seyrederken görmek benim için cennetin kendisiydi. Her biri beyazlar içinde yüzlerce meleksi varlikla çevrelenmis gibi hissettim. Mekke benim için cemalin saf haliydi.
(Yazinin tamami Ilim ve Irfan dergisi Ekim (2014) sayisinda.)